Uzandığım yerde gerinerek uyandım. Saate bakmak için
telefonu elime almamla telaşla doğrulmam bir oldu. Efendim aramıştı hem de 3
kere. Saat 7 idi ve eve gelmek üzereydi. Uyuyup kalmış, üstelik aramalarına
cevap vermemiştim. Hemen tekrar arama yaptım ancak telefonumu açmıyordu. Of.
Yemeği de hazırlamamıştım. Hemen mutfağa koştum ve buzluktaki hazır yiyecekleri
çıkarıp ısıttım. Masayı kurup beklemeye başladım. Bir süre sonra kapı çaldı.
Oldukça tedirgindim. Yaptığım hatanın farkındaydım. O telefon cevaplanmalıydı.
Kapıyı açıp diz çöktüm. Yüzüne bakmaya ne cesaretim, ne de yüzüm vardı.
Utanıyordum yaptığımdan. Başım önümde bekliyordum. Ama hiçbir tepki
göstermiyordu Efendim. Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Elini yıkayıp masaya
baktı. Kızgın olduğu belliydi. Cezamı bekliyorum ama benimle konuşmuyordu bile.
Masaya oturup yemeğe başladı.
“bir ihtiyacınız var mı efendim?”
…
“oturabilir miyim masaya?”
…
Cevap yoktu. Sanki beni duymuyordu. Yüzüne bakıyordum ama
çelik kadar sertti. İçim buz gibi olmuştu. Öylece yanında beklemeye başladım.
Tabağı bittiğinde servis yapıyordum sessizce. Sofradan kalkıp odaya geçti.
Kafam oldukça karışmıştı. Konuşmamakla mı cezalandırıyordu beni acaba? Büyük
bir yeise kapıldım. O muhteşem sesini duymadan nasıl geçecekti ki bu gece. Ah
aptal kafam. Nasıl böyle bir şey yapabildim. Bir yandan da sofrayı topluyordum.
Benden cevap alamayınca oldukça da endişe duymuştur Efendim. Beni nasıl
düşündüğünü biliyorum. Ben nasıl bir aptalım ki böyle yüce bir şahsiyetin
endişelenmesine sebep oldum. Üzüntüyle mutfağa geçtim ve çayı hazırladım. Sadece
1 bardak çay götürecektim. Bugün yanında içemezdim ki. Utancımdan yerin dibine
girmek istiyordum. Elimde çay bardağıyla salona girdim. Ellerim titriyordu.
Yüzüme bile bakmamıştı. Televizyon izliyor ve arada arkadaşlarıyla telefon
görüşmeleri yapıyordu. Çayı bırakıp dizlerinin dibine oturdum. Yavru köpekler
gibi bakıyordum yüzüne eminim. Ama bir işe yaramıyordu. Beni görmüyordu bile.
Sanki evde yoktum. Görünmezdim. Üzüntüyle başım önümde beklemeye başladım.
Saatler geçiyordu ama hala görünmezdim. Çayı bittikçe tazeliyordum. Arada
kalkıp oyun oynuyordu bilgisayarda. Uzun bir süre bekledim böyle. Bir şey
yapmam gerekiyordu. Kendimi affettirmeliydim. İçimdeki pişmanlık ve üzüntü
boyumu aşmıştı sanki. Gerekirse ayaklarına kapanmalıydım. Yanına gidip yüzümü
ayaklarına sürmeye başladım. Ağlıyordum ve gözyaşlarım o muhteşem ayakları
ıslatıyordu.
“ varlığımın sahibi, canım efendim. Lütfen beni affedin.
Gerekirse dayak atın ama olur beni görmezden gelmeyin. Uyuyakalmışım Sahibim
yoksa nasıl cevaplamam aramanızı. Ne haddime. Lütfen Efendim beni affedin.”
Ayaklarına kapanmış ağlıyor, bir yandan da konuşmaya
çalışıyordum.
“kalk aptal köpek! Sümüklerin ayaklarıma bulaştı hep! Geri zekâlı
seni!”
Hemen kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Hala sert duruyordu ama
gözlerinden affettiğini anlamıştım. Bakışlarıyla konuşuyordu benim Sahibim. Hem
de konuşmuştu işte benimle. Yarı gülerek yarı ağlayarak kalktım ayağa. “özür
dilerim efendim hemen temizlerim ayaklarınızı”
“elbette temizleyeceksin. Hadi çabuk ol!”
Koşarak banyoya geçtim. Bir leğene ılık su koyup sabunla
odaya geldim. Efendimin önünde diz çöküp ayaklarını suyun içine koydum.
Dikkatle beni izliyordu. Özenle, her noktasına masaj yaparak yıkamaya başladım
o muhteşem ayakları. Ne kadar da kusursuzdu. Her zamanki gibi bir kere daha
hayran kaldım Sahibime. Kendimden geçmiş bir şeklide oynuyordum ayaklarıyla.
“yeter artık sikimin köpeği! Ayaklarımı yıkarken orgazm
olacaksın neredeyse! Hadi siktir git banyoya toparla kendini”
Ah işte bu! Tamamen affetmişti işte beni. Canımın içi,
varlığımın sebebi Efendim. Küçük, aciz, Ona muhtaç bir kız çocuğuydum ben. Onun
varlığı beni ayakta tutuyor, büyütüyordu.
Teşekkür ederim Efendim, varlığınızla beni onurlandırdığınız
için…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder