13 Ekim 2016 Perşembe

CEZA

Uzandığım yerde gerinerek uyandım. Saate bakmak için telefonu elime almamla telaşla doğrulmam bir oldu. Efendim aramıştı hem de 3 kere. Saat 7 idi ve eve gelmek üzereydi. Uyuyup kalmış, üstelik aramalarına cevap vermemiştim. Hemen tekrar arama yaptım ancak telefonumu açmıyordu. Of. Yemeği de hazırlamamıştım. Hemen mutfağa koştum ve buzluktaki hazır yiyecekleri çıkarıp ısıttım. Masayı kurup beklemeye başladım. Bir süre sonra kapı çaldı. Oldukça tedirgindim. Yaptığım hatanın farkındaydım. O telefon cevaplanmalıydı. Kapıyı açıp diz çöktüm. Yüzüne bakmaya ne cesaretim, ne de yüzüm vardı. Utanıyordum yaptığımdan. Başım önümde bekliyordum. Ama hiçbir tepki göstermiyordu Efendim. Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Elini yıkayıp masaya baktı. Kızgın olduğu belliydi. Cezamı bekliyorum ama benimle konuşmuyordu bile. Masaya oturup yemeğe başladı.
“bir ihtiyacınız var mı efendim?”
“oturabilir miyim masaya?”
Cevap yoktu. Sanki beni duymuyordu. Yüzüne bakıyordum ama çelik kadar sertti. İçim buz gibi olmuştu. Öylece yanında beklemeye başladım. Tabağı bittiğinde servis yapıyordum sessizce. Sofradan kalkıp odaya geçti. Kafam oldukça karışmıştı. Konuşmamakla mı cezalandırıyordu beni acaba? Büyük bir yeise kapıldım. O muhteşem sesini duymadan nasıl geçecekti ki bu gece. Ah aptal kafam. Nasıl böyle bir şey yapabildim. Bir yandan da sofrayı topluyordum. Benden cevap alamayınca oldukça da endişe duymuştur Efendim. Beni nasıl düşündüğünü biliyorum. Ben nasıl bir aptalım ki böyle yüce bir şahsiyetin endişelenmesine sebep oldum. Üzüntüyle mutfağa geçtim ve çayı hazırladım. Sadece 1 bardak çay götürecektim. Bugün yanında içemezdim ki. Utancımdan yerin dibine girmek istiyordum. Elimde çay bardağıyla salona girdim. Ellerim titriyordu. Yüzüme bile bakmamıştı. Televizyon izliyor ve arada arkadaşlarıyla telefon görüşmeleri yapıyordu. Çayı bırakıp dizlerinin dibine oturdum. Yavru köpekler gibi bakıyordum yüzüne eminim. Ama bir işe yaramıyordu. Beni görmüyordu bile. Sanki evde yoktum. Görünmezdim. Üzüntüyle başım önümde beklemeye başladım. Saatler geçiyordu ama hala görünmezdim. Çayı bittikçe tazeliyordum. Arada kalkıp oyun oynuyordu bilgisayarda. Uzun bir süre bekledim böyle. Bir şey yapmam gerekiyordu. Kendimi affettirmeliydim. İçimdeki pişmanlık ve üzüntü boyumu aşmıştı sanki. Gerekirse ayaklarına kapanmalıydım. Yanına gidip yüzümü ayaklarına sürmeye başladım. Ağlıyordum ve gözyaşlarım o muhteşem ayakları ıslatıyordu.
“ varlığımın sahibi, canım efendim. Lütfen beni affedin. Gerekirse dayak atın ama olur beni görmezden gelmeyin. Uyuyakalmışım Sahibim yoksa nasıl cevaplamam aramanızı. Ne haddime. Lütfen Efendim beni affedin.”
Ayaklarına kapanmış ağlıyor, bir yandan da konuşmaya çalışıyordum.
“kalk aptal köpek! Sümüklerin ayaklarıma bulaştı hep! Geri zekâlı seni!”
Hemen kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Hala sert duruyordu ama gözlerinden affettiğini anlamıştım. Bakışlarıyla konuşuyordu benim Sahibim. Hem de konuşmuştu işte benimle. Yarı gülerek yarı ağlayarak kalktım ayağa. “özür dilerim efendim hemen temizlerim ayaklarınızı”
“elbette temizleyeceksin. Hadi çabuk ol!”
Koşarak banyoya geçtim. Bir leğene ılık su koyup sabunla odaya geldim. Efendimin önünde diz çöküp ayaklarını suyun içine koydum. Dikkatle beni izliyordu. Özenle, her noktasına masaj yaparak yıkamaya başladım o muhteşem ayakları. Ne kadar da kusursuzdu. Her zamanki gibi bir kere daha hayran kaldım Sahibime. Kendimden geçmiş bir şeklide oynuyordum ayaklarıyla.
“yeter artık sikimin köpeği! Ayaklarımı yıkarken orgazm olacaksın neredeyse! Hadi siktir git banyoya toparla kendini”
Ah işte bu! Tamamen affetmişti işte beni. Canımın içi, varlığımın sebebi Efendim. Küçük, aciz, Ona muhtaç bir kız çocuğuydum ben. Onun varlığı beni ayakta tutuyor, büyütüyordu.

Teşekkür ederim Efendim, varlığınızla beni onurlandırdığınız için… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder